Bir 2014 Ekim'i

 

Seni o polis karakolunda gördüğüm ilk an artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını anlamıştım zaten. İçimden çıkan beyaz kanatlı bir kuş sana doğru süzülmüş ve sana ulaşamadan vurulup ölmüştü. Görmemiştin. Kimse görmedi. Ellerin kan içindeydi. Dün gibi hatırlıyorum. Küçük ve kırmızı kanın üzerinde kuruduğu ellerini kucağında birleştirmiş, başını önüne eğmiştin. Etrafından onlarca insan geçip gitti. Başını kaldırıp birine bile bakmadın. Sanki içeri eli silahlı biri girse ve hepimizi kurşuna dizse sen yine aynı pozisyonda durup ellerini izleyecektin. 

 

Bundan güç alıp seni uzun uzun izledim. Affet. Siyah ve dağınık saçlarının asi tutamları sürekli gözünün önüne düşüyordu. Elini kaldırıp kulağının arkasına bir kez bile sıkıştırmadın o saçları. Bunu yapmayı ne çok istedim. Bunu yapmaktan ne çok korktum. 

 

Tam o sırada yanımdan geçen bir polis memurunu durdurup seni sordum. Eli yüzü düzgün, saygılı bir çocuktu. 'Teslim oldu' dedi senin için. Nedenini sormaya çok korktum ama o bana hiç acımadan söyledi. Birini öldürmüşsün. Beni hiç tanımıyorsun ama öldürdüğün ikinci kişi ben oldum o an. Hiç tanımadığın birinin cinayetini işledin bu kez eline hiç kan bulaştırmadan. Nefesimi keserek yaptın bunu.

 

Hissettiklerimi sana nasıl anlatırım bilmiyorum. O an hissettiklerimi ben bile anlamadım. Kaldıramadım. Yemin ederim bu kadarı benim için bile fazlaydı. Yere çöküp bir çocuk gibi ağlamak ve yanına koşup seni sarmak gibi gerçekleştirmeyeceğim isteklerde bulundum. Ağlamıyordun. Başın önündeyken bile dimdik duruyor ve asi bakışlarını ellerinden ayırmıyordun. Gelebilecek her saldırıya karşı kendini koruyacak kadar güçlü duruyordun. Yüzünde bitmek bilmez bir kırgınlık vardı her canlıya, her nesneye ve hatta hayali olan her şeye karşı. 

 

İki sivil giyinimli polisin ince bileklerine kelepçe takıp seni götürdükleri anda annesinden koparılmış bir çocuk gibi eteğinin uçlarından tutup 'yalvarırım onu götürmeyin' demek ve şehri ayağa kaldırmak istedim. Özür dilerim dolu dolu olmuş gözlerle gidişini izlemekten öteye gidemedim.

 

3 yıl sonra evimi taşırken bardak kolisinin içinden çıkan gazetede tesadüfen gördüm seni. Yüzünü ilk ve son kez gördüğüm o karakol gününden 1 hafta sonra çıkmış bir gazeteydi bu. Eski bir gazete. Kocanmış öldürdüğün kişi. Bir meyve bıçağı ile gecenin üçünde boynundaki atarı kesmişsin. Sabaha kadar uyanacak korkusu ile bıçağı çekmeden kanlar içinde başında beklemişsin. Gazetedekiler 'nasıl' yaptığını anlatıyordu. 'Neden' yaptığın ile ilgili en ufak bir cümle yoktu. Birkaç tanıdık ile telefonla görüştüm, yazıları defalarca kez okuyup kelepçeli ellerinle çekilmiş fotoğrafını izledikten sonra.  

 

O gün ellerindeki kanları temizlerken karnının içinde bir bebek varmış. 'Her şey onun için' demişsin sorguda. Elini karnına koyup sadece bunları söylemişsin. 7 ay sonra doğumda hayatını kaybetmişsin. Kirli bir hapishanede. Tüm çığlıklarına rağmen seni  hastaneye götürmeyen  gardiyanların içinde. Ölmüşsün asi bakışlı kadın. İnanabiliyor musun ölmüşsün, çatık kaşlı güzel kadın...

 

Kızın her geçen gün sana daha çok benziyor. Bana 'baba' diye sesleniyor ve seni özel güçleri olan koca kanatlı bir melek olarak hayal ediyor. Yani seni ona doğru anlattım merak etme. 

 

Adını Mucize koydum. Her cumartesi sana geliyoruz birlikte. Hangi çiçeği daha çok seversin bilmediğimiz için her defasında farklı bir çiçek oluyor getirdiklerimiz.

 

İçimden bir ses en çok açelyaları sevdiğini söylüyor. Sence de açelyalar çok güzel kokmuyor mu?